sokakların sesi olmak için...
sokakların sesi olmak için...
EFKAN BOLAÇ
Avukat
27 Şubat 2015
Aylardır güvenlik paketi üzerinden acaba polis devletine mi geçtik, geçiyoruz tartışması yapılmakta ve iç güvenlik paketi denilen zorbalık yasası rejim tartışılmaktaydı. Aslında bizim tartıştığımız aşama çoktan aşılmış ve daha ileri bir aşama olan diktatörlüğe geçiş aşamasının tuğlaları yerleştirilmeye başlanmıştı.
Sosyal tarihçi Robert Paxton’ın faşizmin sosyo-politik aşamaları olarak değerlendirdiği beş safhanın beşinci aşamasına geldiğimizi görmekteyiz. Paxton’a göre faşizm iktidarı ele geçirdikten sonra iktidar sürecinde güçlenir, radikalleşir ve nihai olarak çöküş aşamasına girer. AKP faşizmi açık şekilde artık küstah bir hale gelmiş ve gücün doruklarında olduğunu zannederek tüm tehditkârlığı ile ülkeye bir karabasan gibi çökmüştür. Elbette faşizmin bu kadar güçlenmesinin nedenlerini araştırmak ve sonuç çıkarmak lazım.
Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe adlı eserinde faşizmin kitleler üzerindeki etkisini anlatırken; “Faşizmin kitleleri etkilediği kaynak nedir? Faşizm kitleleri çekebilir, çünkü demagoji yoluyla onların en acil ihtiyaçlarına ve isteklerine seslenir. Faşizm, kitlelerin özünde kökleşmiş ön yargıları alevlendirmekle kalmaz, onların duygularına, adalet anlayışlarına ve hatta bazen de devrimci geleneklerine el atar…” der. Dimitrov’un bu tanımının ne kadar doğru olduğunu aslında AKP’nin adından dahi anlayabiliriz. Nasıl ki Naziler adlarına “sosyalist” kelimesini alarak halkın sosyalizm inancını sömürme yoluna gitmişse, AKP de halkın adalet özlemine atıfla partisinin adına “adalet” kelimesini eklemiştir. Ama genel pratiğine baktığımızda ise açıkça adaletsizliğin kaynağı olan bir partinin varlığı ortadadır.
AKP hükümeti belli bir aşamadan sonra çöküş sürecini yaşamaya başladı. 17/25 Aralık süreci sonrasında bu aşamayı önleme adına ülkede radikal değişiklikler yaptı ve bir anlamda bir bahar havası estirdi. AKP hükümeti tarafından kurulan Özel Yetkili Mahkemeler artık iktidarın varlığını -ki bu varlığın cismani hali RTE’dir- tehdit eder hale gelince kapatıldı, makul şüpheden kuvvetli şüphe ilkesine geçildi. Ne zamanki güç yeniden “majesteleri”nin eline geçti süper hâkimler devri başladı ve makul şüphe yeniden kanuna girdi.
Açıkça ifade etmek lazım ki; AKP iktidarına polis devleti yetmemektedir, açık faşizm istemektedir. Bu anlamda polis devleti, istihbarata devleti vs. gibi tanımlamalar yanlıştır.
İç güvenlik paketi ile “majesteleri”nin arzuları yerine getirilmekte ve Çin imparatorunun ölümsüz ordusu taş askerler gibi hareket eden milletvekilleri sayesinde muhalefetin direnişi kırılmaya çalışılmakta. İç güvenlik paketinin geçişi bir anlamda, Paxton’un bahsettiği faşizmin çöküş aşamasını yavaşlatma amaçlı yapılan düzenlemelerdir. Faşizm, halkın tepkilerinden korkar bu sebeple ayaklanma veya baskıya karşı direnme gibi halleri güçle bastırmaya çalışır. Demokratik toplumlarda gösteri ve toplantılar bir anlamda demokrasinin gelişkinliğini gösterirken faşizmin bunlara tahammülü yoktur. İç güvenlik paketi denen pakete neden ihtiyaç duyar AKP, bilinmez ama bilinen şey AKP iktidarının asla gereksiz bir düzenleme yapmadığıdır. İç güvenlik paketi ile yapılmak istenen hâkim-savcı cübbesini valiye, kaymakama ve polise vermektir. Yargıyı ayak bağı olarak gören majeste, artık yargıyı -ki yıllarca halka AKP üzerinden zulmetmiştir- bertaraf etmiş ve yürütmeyi yeni yargıç/savcı olarak atamıştır. Majesteleri, “İngiltere’de majestelerinin yargıcı var bende neden yok” demeye getirmiş ve kendine biat eden kişilerden oluşan saçma sapan bir sistemi uygulamaya koymuştur. Bunu savunurken de “bal gibi olur bu sistem” diyerek hukuk mantalitesine, basit deyimle aklımızla dalga geçmektedir.
Yeni paketle majesteleri açıkça “bana karşı bir halk hareketi olma ihtimali yüksektir” demek istemektedir. AKP hükümeti acaba ne yapacaktır ki yeni bir halk hareketi beklemektedir bilinmez ama, yeni gelen dalgaya yönelik alınan tedbirler dalga büyüklüğünü de göstermektedir. Çözüm süreci ile ilgili yaşanan tıkanıklık ve 6-7 Ekim Kobanê eylemleri, aslında olacakların temsili halidir. Bu anlamda çözüm süreci ile ilgili verilen sözlerin yerine getirilmeyecek olması ve nihayetinde seçim dönemine girilmesi, yeni bir çatışma sürecine doğru koşar adım gidilmesi ciddi bir sorun çıkacağı anlamına gelmektedir.
Tüm bu süreçle ilgili olarak yapılmak istenen diğer bir şey ise AKP’nin ve majestelerini artık iktidardan düşme gibi bir riskinin olmamasıdır. Türlü oyunlarla kazanılan seçimler dönemi bir anlamda bitmek üzere olup yeni bir ekonomik kriz dalgasının majestelerinin iktidarını tehdit etmesi, sandığa sıkı sıkı sarılan bu kişiyi sandığa düşman edebilir. Demem o ki; sandıkta ağır yara alan majestelerine, yani mitinglere çıkıp 400 milletvekili verin diyen majestelerine yüz vermeyen seçmen sandıkta majestenin partisini gömerse çok net bir şekilde “bana sandıkta darbe yapıldı” dahi diyebilecek duruma getirecektir ortamı. Bunun anlamı nedir derseniz eğer çok açık ifade ediyorum ki; 7 Haziran son seçim olabilir ve başkumandan olarak majeste kendini kadir-i mutlak ilan edebilir. Bu sistem içerisinde mümkün müdür dersek eğer, yaklaşık 10 sene anayasal sisteme uygun olarak hiç seçime gitmeyen Nazi Almanya’sı örnek verilebilir.
1982 faşist anayasası AKP tarafından bulunmaz nimetler taşımaktadır:
“D. Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin geriye bırakılması ve ara seçimleri
MADDE 78. – Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkân görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir.
Geri bırakma sebebi ortadan kalkmamışsa, erteleme kararındaki usule göre bu işlem tekrarlanabilir.”
Bu maddeye göz atarsak açıkça savaş hali durumunda seçimlerin ertelenebileceği ve bu halin devamı durumunda ise süre sınırlamasının olmamasını görebiliriz. 7 Haziran’da eğer AKP iktidarı kaybederse yeni hükümet kurulabilir mi? Anayasanın 92. Maddesine göre TBMM’nin tatilde olması halinde cumhurbaşkanı savaş ilan edebilir ve Anayasanın 117. Maddesi gereği cumhurbaşkanı başkomutan olarak silahlı kuvvetlerin başına geçebilir. Anayasanın 122. Maddesine göre ise savaş halinde cumhurbaşkanı yürütmenin başı haline gelmekte ve bu süreç süre sınırı olmadan devam etmektedir.
Bu dediklerim için “olmaz” diyenler, demokrasiyi hatta ileri demokrasiyi getiren RTE’nin dönüşümünü de anlatmak zorundadır. Karşımızda iktidardan düşmesi halinde aile boyu ikbalini kaybedecek birisi varken ve kendi ikbali için her şeyi değiştiren biri varken bunların olmayacağını kimse garanti edemez.
“Kaybedilen bir özgürlüğün mezar taşına yazılabilecek en acıklı söz eski sahiplerinin henüz vakit varken onu kurtarmak için hiçbir şey yapmamış olduklarıdır. - Yargıç George Sutherland”
Bu sebeple her nasıl yapacaksak yapmalıyız ve kendi siyasi hırsı, kendi ikbal kaygısı ile her şeyi yapabilecek “majeste”yi durdurulmalıyız.
Nazım’ın deyimiyle
Henüz vakit varken, gülüm
Paris yanıp yıkılmadan